![]() |
efsaneleri sevenlere... |
Uyandığımda… Ayılıyordum. Bir nevi, bulutların arasında dinleniyormuşsun gibi hissettiren bir yatakta yatıyordum. Etrafımda ne olduğunu kestiremiyordum. Parmaklarım uyuşmuştu. Kanalları bozulmuş bir program gibiydim; oynayamıyor, cevap veremiyordum. Kısık gözlerimi açmaya çalıştım. Sanki birisi gözlerimi zorla kapatmıştı. Öyle çok ağrıyordu ki, tekrar uykuya dalmak istedim. Ancak gözlerime vuran güneşle tekrar ayıldım. Gözlerim, ışığın vuruşuyla yavaşça açılmaya başladı. Kapıda bana gülümseyen bir kadını gördüm. Kimdi bu? Yüzündeki o sıcak gülümseme beni kendime getirdi. Bana öylece bakıyordu. Tanıyor muydum onu? Düşündüm ama... hiçbir şey aklıma gelmiyordu. Aslında ben buraya neden gelmiştim, onu bile bilmiyordum. Bana ne olmuştu? Kafamdaki soruların cevabını bulamadan tekrar kapıdaki kadına baktım... ama artık orada değildi. Kendime bir ağırlık çöktü. Tüm dünyanın yükü omuzlarıma binmiş gibiydi. Göz kapaklarım dayanamadı. Tekrar uyudum. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama tekrar yavaşça ayağa kalktığımı hissettim. Yağmur yağıyordu. O güzel toprak kokusu yüreği ısıtan türdendi. Ama hayır... Benim yüreğimi ısıtan ne yağmurdu ne de o koku. O kadındı. Güneş sönmüş gibiydi. Gül kokuları burnumda tütüyordu. Kadını tekrar gördüm. Evet, oydu. Mükemmel görünüyordu. Tüm ışıklar ona odaklanmıştı. Ben mi? Ben karanlıklar içinde onu izliyordum. Rüyada olduğumu hissediyordum. Kadına uzanmak istedim ama yapamadım. Sürekli ondan uzaklaşıyordum. İstemeden arkamı dönüp yürüdüm. Onu biraz daha görmek istiyordum. Tekrar gözlerimi açtım. Bu kez gözlerim gerektiğinden fazla açılmıştı. Rüyaya geri dönmek istedim. Binlerce kez yeniden uyumaya çalıştım... ama kollarımda kahrolası bir ağrı vardı. Bedenim yavaşça uyuşuyordu. Resmen hissizleşiyordum. Oynatmaya çalıştım, ama öylesine acıyordu ki bayılacak gibi oldum. Üzerimdeki ağırlık kalkmış gibiydi, ayılmaya başladım. Kollarıma baktım; her yerim kan içindeydi. Serumlar bağlıydı. Güneş yok olmuştu. Sadece hafif bir ışık odamı aydınlatıyordu. Dışarısı zifiri karanlıktı. Ne oluyordu bana? 10 yıl uyumuş gibi hissediyordum. Ayaklarım, göğsüm… her yerim bağlıydı. Düşünmeye o kadar dalmıştım ki, bunları sonradan fark ettim. Boynum sarılıydı. Zar zor çevreme bakabildim. Kapıya yöneldiğimde az çok kapalı olduğunu gördüm. O an… aklıma o kadın geldi. Yine gözümde canlandı ama önemli olan başka bir şeydi: Neredeydim? Kafama bağlı kabloları fark ettim. Hâlâ hiçbir şey hatırlamıyordum. En ufak bir şey bile... Birden ışıklar arttı. Kulaklarımda çınlama başladı. Beynim yerinden sökülecek gibiydi. Ne oluyordu bana? A...minakoyim... yerimde duramıyordum. Kollarım morarmıştı. Yataktan çok ses çıkarırsam biri gelir diye düşündüm. Çırpındım. Nafile… Her şey durdu. Kapının ardından sesler gelmeye başladı. Daha net duymaya başladığımda, bir ses gözlerimi kapatmam gerektiğini söyledi. Gerekeni yapacaktım. Gözlerimi kapattım. Sese odaklandım. Eugene: "Mr. John, hiçbir hasta şu anda uyanmadı. Tekrar ilaç veremeyiz. Olasılık %1 bile değil. Devlet öğrenirse işimiz biter." Mr. John: "İşime karışırsan, yaptığın hataların sonuçlarına sen de katlanırsın. Yarın laboratuvarda, saat 5. Karşılık istemiyorum." Sesler kesildi. Konuşmalardan az çok ne olduğunu anlamıştım. Ama bu şey her neyse, sanırım ilaca bedenim, hücrelerimle karşılık vermişti. SP-30… evet. Hatırlıyordum. Ama nereden? Sorulacak ve çözülecek o kadar çok şey vardı ki… gerilmeye başladım. Buradan çıkmalıydım. Kendime bir başlangıç noktası çizmeliydim. Ama hayır… vücudum izin vermiyordu. Tekrar uyudum. Ve tekrar… tekrar… Sonunda... kendime gelmeye başladım. Son uyandığımda, odadaki eşyaların yeri karışıktı. Gözümü açıp kapadığımda bir saniyede kendimi farklı bir odada buldum. Konuşmaları hâlâ hatırlıyordum. Beynime çivi gibi çakılmıştı. Boğazım kupkuruydu. Ama ne su vardı ne de yardım edecek biri. Oda bir kapsülü andırıyordu. Konuşmaya çalıştım. Ama beynim bir makineye itaat ediyormuş gibiydi. Bir an önce kurtulmalıyım derken, kafam geriye doğru gerilmeye başladı. Ruhum bedenimden çıkıyor gibiydi. Dayanamadım. Çırpındım. Yaralı bir kartal gibi… Her şey bitecekti. Bu lanet olası şey durmazsa... O an... halüsinasyonlar başladı. O kadın... yavaşça yanıma geldi. Gülümsedi. Kadın: "Bana güvenmen yeterli." İlk defa sesini duymuştum.Acılar içinde kıvranırken, kadının sesi beni rahatlattı. Işıklar yüzüme yaklaşırken o kaybolmaya başladı. Neler oluyordu bana?! Bir uyarı sesi geldi: “DİKKAT: Oksijen seviyesi azalıyor.” Telaşlanmaya başladım. Vücudum yavaş yavaş hareket etmeye başlıyordu.oksijen seviyeside neydi? Kadına güvenmeli miydim? diye düşünürken, bacaklarımdaki kilitler “klik” sesiyle açıldı. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki yerinden çıkacak gibiydi. Düşüncelerimi kadın duyuyor gibiydi. Karşımda bir ekran belirdi. Kadının yansıması… gülümsüyordu. Konuşmadan önce ben başladım: “Ben kimim? Adım ne? Neden buradayım? Ve seni neden daha önce görmüşüm gibi hissediyorum?” Kadın: "Ben... beyninde bir halüsinasyonum, evet. Ama aynı zamanda seninle bağlantılıyım. SP-30 seni diğerlerinden farklı etkiledi. Sen tepki verdin. Diğerleri sustu. Sen konuştun. Bu yüzden seni bulabildim." “Peki ya benim adım?” dedim içimden bir çığlıkla. “Kimim ben?” Kadının yüzü ciddileşti.ciddi yüzü farklı hisettiriyordu kısacası ürkütüyordu. Kadın: "Adını henüz hatırlamıyorsun çünkü beynin seni koruyor. SP-30 sadece bir deney ilacı değil. Aynı zamanda bir kilit. Hafızanı parçalara böldüler. Ama artık parçaları birleştirme zamanı geldi." O an kilit sesi tekrar duyuldu. Bu kez bileğime bağlı metal halka gevşedi. Tüm bedenimle kadına yöneldim. Ama görüntüsü gitgide silikleşiyordu. Uzandım… dokunmak istedim. Olmadı. Kadın: “Seni buradan çıkarmam için üç anıya ulaşmamız gerekiyor. Üç gerçek. Üç parça. Sonra… kim olduğunu hatırlayacaksın. Ama dikkatli ol. Gerçekler acıtabilir.” Işıklar bir anda söndü. Ekran karardı. Odanın tavanı… sanki bir kapakmış gibi yukarı çekildi. Gökyüzü yoktu. Yukarıda başka bir oda vardı. Başka bir dünya. Bir ses daha geldi. Bu kez mekanikti: "Denek 047. Hafıza evresi başlatılıyor. Hazırlık başlasın." Yattığım kapsül sarsıldı. Gözlerim karardı. Dünya aşağıya çekiliyordu belki… ya da ben yukarıya fırlatılıyordum. Bilmiyorum. Ama artık başka bir yerdeydim. Bölüm II – Anılar Sarsıntı durduğunda kendimi tamamen farklı bir yerde buldum. Oda hâlâ kapsül gibiydi ama bu sefer duvarlarda görüntüler akıyordu. Her biri bir anıya ait gibiydi. Gözlerim istemsizce bir tanesine kilitlendi. Birinci anı... Bir laboratuvar. Camın arkasında ben vardım. Ama ben değildim. Daha güçlü, daha sakin bir versiyonum. Elinde bir dosya tutuyordu. Üzerinde kod: SP-30 yazılıydı. “Denek 047 başarılı oldu. Hafıza bariyerleri devreye girdi. Geriye sadece yapay bilinç kalacak.” Bu… benim sesimdi. Ama ben neden rapor veriyordum? Birden ekranda görüntü değişti. Aynı kadın, beni izliyordu. Elinde bir serum vardı. Gözleri doluydu. Başını yana eğip mırıldandı: “Sen bunu istemedin… ama seçimin yoktu.” İkinci anı... Bir odada yere çökmüşüm. Etrafımda bağıran insanlar. Sirenler. Bir adam yere düşüyor, gözüme kan sıçrıyor. Elleriyle bana uzanıyor: “Adın… Leon… Unutma…” Adım mı? Leon mu? Başım zonklamaya başladı. Oksijen seviyesi yine düşüyordu. Anılar beynime çarpıyor, gözlerimde kıvılcımlar yaratıyordu. Üçüncü anı... Kadın. Yine o kadın. Bu sefer ağlıyordu. Elimi tutmuştu. “Seni kurtarabileceğimi sandım. Ama seni onlara ben teslim ettim. Affet beni…” Ses giderek boğuklaştı. Görüntü titredi. “Sen benim kardeşimdi-…” Bölüm III – Hatırlayış Artık her şey anlam kazanmaya başlıyordu. Ben bir araştırmacıydım. SP-30 projesinin başındaki kişiydim. Ancak deney ters gitmişti. Bir şey olmuştu. Hafızamı silmeye, beni sıfırlamaya çalışmışlardı. Ama her şeyi parçalara bölerken... bir şey yanlış gitmişti. Kimliğim silinememişti. Hafızam bölünmüş, kişiliğim dağılmıştı. Benimle birlikte bu deneye katılan herkes ölmüştü. Bir tek ben kalmıştım. Ve o kadın… O benim kardeşimdi. Projede birlikteydik. O da sistemi içeriden sabote etmişti. Beni kurtarmaya çalışmıştı ama geç kalmıştı. Şimdi ise, artık sadece bir yansıma olarak beynimdeydi. Bölüm IV – Kaçış mı, Kapanış mı? O an sesler kesildi. Kapsül açıldı. Dışarı adım attım. Gri, metalik bir dünya. Gökyüzü hâlâ yoktu. Yukarı değil, aşağı bakmam gerektiğini anladım. Karanlık bir boşluk beni çağırıyordu. Bir ekran daha belirdi: “Leon. Hafıza evresi tamamlandı. Kaçış mümkün değil. Görev tamamlandı. Teşekkürler.” Birden çevremdeki ışıklar söndü. Kapsül kendi kendine kapanmaya başladı. Koşmak istedim. Ama bacaklarım beni taşımıyordu artık. Sadece kollarımdaki metal halkaların tekrar kilitlendiğini hissettim. Kadının sesi son bir kez duyuldu. “Bazen... gerçeği bilmek, kurtulmaktan daha kötüdür.” Ve sonra... Her şey karardı. Tek bir cümle yankılandı zihnimde: “SP-30 prototip denek 047: başarıyla sonlandırıldı.” Tarih: 17 Nisan 2049 Lokasyon: Kayıt Arşiv Birimi – Bölge karari X9 Gizli Dosya 28: SP-30 / Denek 047 / Son Kayıt Bir monitörün önünde siyah elbiseli bir adam duruyordu. Parlak mavi ekranın kenarında titreyen bir kırmızı ışık vardı. Ekranda yazanlar: “Denek 047 – Leon Hartmann” “Görev durumu: Hafıza parçaları birleşti – birey sistem tarafından absorbe edildi.” “Sonuç: Protokol tamamlandı. Kopyalama başlatılıyor.” Adam, ekrandaki komut satırlarına baktı. Yüzünde bir mimik bile oluşmadı. Parmakları klavyeye uzandı ve birkaç tuşa bastı. “Yeni prototip hazırlanıyor... SP-31 başlatılıyor.” “Yeni hedef belirleniyor...” O an, ekranın ortasında bir isim belirdi. Kamera hafifçe uzaklaştı. Odadaki duvarların tamamında yüzlerce kapsül vardı. İçlerinde hareketsiz bedenler yatıyordu. Ve en sonda... yepyeni bir kapsülün içi yavaşça aydınlandı. Gözleri kapalı bir kadın, serumlara bağlı şekilde yatıyordu. Gülümsüyordu. Kadın – Denek 048 “Hazır mısın kardeşim?” diye fısıldadı, sanki biri duyabilirmiş gibi. “Bu sefer onları biz hatırlayacağız.” Işıklar birer birer söndü. Dosya kendiliğinden kapandı. SP-31 başlıyor. Sistem yeniden başlatılıyor. SP-31: Bölüm II – Kanlı Hatıra Hafıza Seçimi Tamamlandı: "Cenaze" Kapsül titredi. Beynimde çiviler çakılıyormuş gibi bir his. Gözlerimin önünden siyah bir sis aktı. Ardından bir görüntü belirdi. Yavaş yavaş netleşti. Tozlu bir kilise. Tavandan sarkan zincirler, her biri paslı ve kanlı. Tabut değil, metal bir kutu vardı salonun ortasında. Etrafı beyaz önlüklü adamlarla çevriliydi. Ama bu bir tören değildi. Bu bir deneydi. Adımlarımı hissedemiyordum ama ilerliyordum. O kutunun içindeki... Leon'du. Üzerinde hastane önlüğü, kolları kesik, gözleri açık ama cam gibi bakıyordu. Yaşamıyor ama ölmemiş gibiydi. Kadınlar ağlamıyordu. Erkekler dua etmiyordu. Herkes suskundu. “SP-30’un ilk başarısızlığına tanıklık ediyorsunuz,” dedi çatlak bir ses mikrofondan. “Ama her başarısızlık bir sonraki formül için yemdir.” Birden biri omzuma dokundu. Arkama döndüm—kadın oradaydı. O gülümseyen, hayal mi gerçek mi belli olmayan kadın. Ama bu kez gözleri simsiyah ve kanlıydı. Fısıldadı: “Sen ölmedin... ama seni gömdüler.” Bir çığlık yükseldi. Tabutun içindeki Leon aniden doğruldu. Gözleri alev gibi yanıyordu. Ağzından siyah bir sıvı sızdı. Ellerini bana uzattı. “Neden beni bıraktın?” Çekilmek istedim ama bedenim çakılıydı. Bacaklarım hareket etmiyor, bağırmak istediğimde sesim çıkmıyordu. Salonun duvarları kanla yazılıydı: "SP-31 ÖLÜMSÜZLÜK DEĞİL, HAFIZA İLLETİDİR" Gözlerimin içinden biri dışarı çıkıyormuş gibi hissettim. Beynim içinden cızırtılı bir ses geçti: “Bu sadece başlangıç, 048... Geri dönemezsin artık. Kimin yaşayıp kimin öleceğine sen karar vereceksin.” Tabuttan çıkan Leon, yavaşça yaklaşırken yüzü erimeye başladı. Derisi dökülüyor, gözlerinden duman çıkıyordu. Kadın kaybolmuştu. Ortalık yalnızca çığlıklar ve kanla dolmuştu. Son gördüğüm şey—aynada kendime baktığımda yüzümün tamamen yabancılaşmış, gözlerimin arkasında bir canavarın nefes aldığıydı. Hafıza 1 tamamlandı. Başarı: %42 Zihinsel kırılma gözlemlendi. Uyarı: SP-31 etkisi artıyor. İkinci hafıza yükleniyor... SP-31: Bölüm III – Zindan & Koridor Hafıza 2 ve 3: Yükleniyor… Lütfen sabit kalın. Kapsül titrediğinde sanki iç organlarım yer değiştirdi. Göz kapaklarım kapanmadan önce gördüğüm şey, kendi yüzümün içten içe çatladığıydı. Derim çatlıyor, altından bir başkası çıkıyordu. Ben kimdim? Artık o soru acı veriyordu. Zindan Soğuk… Küf kokusu… Çığlık yankıları. Burası bir oda değil, cehennemin hücresi gibiydi. Ellerim tavana zincirlenmiş, ayaklarım betona gömülmüş gibiydi. Tavandan damlayan su değil, kandı. Duvarda parmakla kazınmış cümle: “Burada zaman yok. Sadece acı var.” Bir adam yaklaştı. Suratında maske yoktu. Gözleri yoktu. Ama beni izliyordu. Elinde paslı bir pense vardı. “SP-31'e direnmek mi? Direniyorsan hatırlıyorsun. Hatırlıyorsan, acıyı hak ediyorsun.” Parmaklarıma dokundu. Birini tuttu. Bastırdı. Kıtt. İlk parmağım… gitti. Çığlık atamadım. Boğazımda bir cihaz vardı. Çığlıklar içime akıyordu. “Her parça bir anı. Her acı bir kapı. Kapı açılırsa sen... sen olamazsın artık.” İkinci parmak. Üçüncü. Birden... kadının sesi duyuldu: “Direnme. Bırak açsın seni. Hafızanın içine akmalı kan.” Kan yere aktı. O anda görüntü titredi. Zindan duvarları sarsıldı. Ve ben başka bir yere geçtim. Koridor Terk edilmiş bir laboratuvarın içindeydim. Duvarlar yarı yıkılmış. Her yer karanlıktı ama zeminde kan izleri… sürüklenmiş bedenler gibi. Yerde bir kart. Üzerinde şu yazıyordu: “Denek 048: Hafıza devinimi %56. Geri dönüş yok.” Bir çığlık yankılandı. Leon’un sesi. Koştum. Adımlarım çamur gibi kanın içinde kayıyordu. Koridorun sonunda bir oda. Camlı bölme… İçeride bir kadın bağlıydı. Gözleri oyulmuştu. Ama gülümsüyordu. Yüzü tanıdıktı—bendim. “Sakın girmeyin. Zihni çözüldü. SP-31 bedenine tutunamıyor.” Kapıyı açtım. Kadın bir anda hareketlendi. Elinde serum tüpü vardı. Üzerime fırlattı. Camlar kırıldı. Birden bedenime bir sıvı değdi. Beynim yandı. Çığlık attım. Dünya ters döndü. Gözlerimi açtığımda, tekrar kapsüldeydim. Ama artık farklıydı. Tüm vücudum yanıyordu. Ekran yandı, karardı. Son bir mesaj: “SP-31 ile entegrasyon tamamlandı.” “Artık sen yoksun. Sadece o var.” Kadının sesi bir kez daha geldi. Bu sefer fısıltı değil, emir gibiydi: “Artık onlar seni kontrol edemeyecek. Ama… sen kendini kontrol edebilir misin?” Gülüşü karanlıkta yankılandı. Ve dünya tamamen karardı. SP-31: Bölüm IV – “Sonsuz Unutuş” SP-31 Tam Entegrasyon Başladı... Geri Dönüş Yok. Kapsülün kapağı açıldığında artık nefes almıyordum. Ya da öyle hissediyordum. Kalbim atıyordu ama bu benim kalbim değildi. Gözlerim görüyordu ama bu gözler bana ait değildi. Kadının sesi yoktu. Beni terk etmişti. Yalnızdım. Ayağa kalktım. Odaya adım attım. Ayaklarımın altında organik bir doku vardı. Toprak değil… deri. Duvarlar canlıydı. Nabız atıyorlardı. Her attıklarında beynime bir çığlık daha saplanıyordu. Koridorun ucunda bir ekran yandı. “DENEK 048: BAŞARISIZLIKLA TAMAMLANDI” “İRADE SIFIRLANDI. HAFIZA SİLİNDİ. ŞİMDİ O, BİZİM.” Kendi görüntüm çıktı ekrana. Ama tanımıyordum. Derisiz, boş, gözbebeksiz bir surat. Bir insan kalıntısı. Ve gülümsüyordu. Adımlarım beni istemsizce bir odaya götürdü. Kapı açıldığında içeride Leon’un cesedi vardı. Duvara kazımıştı: “Ben hatırladım. Bu yüzden öldüm.” Yanında bir kayıt cihazı duruyordu. Bastım. Kadının sesi... ama değişmişti. Soğuk. Acımasız. Boş. evet ciddi haliyle ürkütücü bir ses “Sen bir deneksin. Sevdiğin, bağlandığın, hissettiğin her şey; senin zayıflığındı. SP-31 seni güçlü yapmak için seni yok etti.” Kendimi gördüm. Aynadaki yansımam… tam bir canavara dönüşmüştü. Et, makine, ilmek ilmek işlenmiş kablolar. Beynim açıkta. Ama çalışıyordu. Hâlâ hatırlamaya çalışıyordum. Birden oda titredi. Tüm ışıklar kapandı. Zifiri karanlıkta, bir ses yankılandı. Kendi sesim: “Ben kimdim?.. Ne fark eder…” Yıllar geçti. Tesis kapandı. SP-31 programı sona erdi. Devlet her şeyi sildi. Ama kapsül hala çalışıyordu.bende bir klondum İçinde, zihni sonsuz bir kabusta çürüyen, hiçbir zaman uyanamayacak bir varlık vardı. Denek 048. O ne öldü, ne de yaşadı. O sadece... hatırlamaya mahkum kaldı. Ve sen hâlâ okurken, belki de o bu satırlarda çırpınıyordur. Kim bilir? Belki bir sonraki hafıza seninki olur. |